26 Mart 2016 Cumartesi

Korto Psikoloji'de Psikodinamik Terapilerle ilgili Öğrenci Sohbeti 30 Nisan'da

Nisan ayında Psikodinamik Terapi yaklaşımı ve bu yaklaşımla çalışan bir terapist olma deneyimi hakkında konunun meraklısı öğrencilerle bir araya geleceğim. İlgilenenler için ; http://akademi.kortopsikoloji.com/etkinlik/psikodinamik-terapi-30-nisan/

9 Kasım 2015 Pazartesi

Tükenmişlik Üzerine

   
     Son üç yıldır çalıştığım Çalışan Destek Programı kapsamında farklı şirketlere farklı konu başlıklarıyla ilgili seminer ve söyleşiler düzenliyorum. Eylül, Ekim ve Kasım süresince de Ericsson ve Siemens'te son iki ayda toplamda 7 kez Tükenmişlik Sendromu söyleşisi yönettim Örgütsel Psikolog benim de çok sevgili arkadaşım Sibel Karamaraş ile.. Bu şirketlerde tükenmişlik görece çok yaşandığından değil, daha ziyade çalışanlarının zihinsel ve duygusal iyilik hallerine, farkındalık düzeylerine verdikleri önemden dolayı bizi davet ettiler.
     Bu yazıyı daha anlamlı kılabilmesi amacıyla sizlerle de tükenmişliğin benim için en anlamlı tanımını paylaşmak isterim. Tükenmişlik Sendromu işi gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve sürekli diğer insanlarla yüz yüze çalışmak durumunda  olan kişilerde görülen
•  fiziksel bitkinlik,
•  uzun süreli yorgunluk,
•  çaresizlik ve umutsuzluk duygularının,

yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz ve alaycı tutumlarla yansıması ile oluşan bir sendrom’dur.
Buna bağlı olarak biz de söyleşilerimizde tükenmişliğin ne olduğunu, nelerin tükenmişlik hissini beslediğini, tükenmeye direnme konusunda yaşadığımız zorlukları ve baş etme mekanizmaları üzerine konuştuk. Bu konuşmalarda benim için dikkat çekici olan bir kaç noktayı paylaşmak istiyorum sizlerle.
     Birincisi; insanımızın tükenmişlik konusunda bilgisinin ve haliyle buna bağlı kendi olası tükenmişlikleri ile ilgili farkındalıklarının beklenenden çok düşük olduğuydu. Tükenmişlik kavramı çoğumuz için hala Meryem Uzerli'nin Muhteşem Yüzyıl'dan kaçıp Almanya'ya gitmesi seviyesinde. Çok da haksız sayılmazlar çünkü bu konuda farkındalığı artırmaya, insanı konuyla ilgili düşünmeye çeken şirket ve yönetici sayısı ve bu konuda yayınlanan Türkçe araştırma hala yeterli sayıda değil. İkinci nokta tükenmişlik kavramının kaygı, depresyon, stres ve işkolizmle ne kadar karışıyor olduğu. Birbirlerinden çok farklı kavramlar olmadıkları, hatta birbirini besleyen sendromlar olduğu çok doğru ancak dilimiz sürekli olarak "tükendim" ya da "stresliyim" kelimelerine o kadar alışmış ki ciddi bir kaygı ya da depresif duygulanımı gözden kaçırıyor olabiliriz. Bu sebeple söyleşilerimizde de bu kavramlar arası geçişkenliği ve farklılıkları konuşmak anlamlı oldu.
     Bir üçüncü dikkat çeken nokta ise tükenmişlik sendromu gibi meslek hastalığı olarak tabir edilen sendromların sebeplerinin tamamen organizasyonel etkenler olarak düşünülmesi. Artan iş yükü, motivasyon ve ödül eksikliği, iş tanımı belirsizliği gibi faktörlerin tükenmişliği çağırdığı gerçeğini inkar etmemekle beraber atladığımız bir nokta var ki o da kişisel sebeplerimiz. Ev ve sosyal yaşamımızdaki ilişkisel problemlerimiz, mizacımız, kişilik örüntümüz gibi faktörlerin de bu sürece kuvvetli bir zemin hazırlayabileceği gerçeği.. Suçu tamamen organizasyonel faktörlere atmadan önce bu süreçteki kendi rollerimizle ilgili de düşünmekten biraz geri kalıyoruz gibi. Son ve en önemli noktalardan biri kişilerin gerek tükenmişlik gerek farklı bir zorlantıyla ilgili "hap bilgi" ihtiyaçları. "Peki ne yapacağız o zaman?" "Tükenmişlikle nasıl baş edeceğiz?" gibi sorular çok sık duyduğumuz çok da haklı sorular. İnsanlar bu gibi süreçlerle baş edebilmek için formül ihtiyacındalar. Kişilere tabi ki sürecin yönetimiyle ilgili herkese faydalı olabileceğini düşündüğümüz bilgiler paylaşmaktan geri kalmadık amma velakin kendi içsel süreçlerini daha derinlemesine keşfetmek ve baş etmekle ilgili kendilerine özgü yöntemler bulmak için alabilecekleri bireysel psikoterapi desteğini önerdiğimizde bir ayaklarının geri geri gittiğini görebildik. Matematik formülleri gibi elimizde reçetelerimiz var ve paylaşmıyoruz zannedilebiliyor. Oysa herkesin yaşadığı zorluk ve buna bağlı reçetesi birbirinden çok farklı. Sizin reçeteniz için sizinle çalışmamız lazım dediğimizde bir hayal kırıklığı görmüyor değiliz. Belli ki hala daha bireysel psikoterapi / psikolojik danışmanlık desteklerini kendimiz için almak konusunda yeteri kadar aktif ya da istekli değiliz. Konu evliliğimiz ya da çocuklarımız olduğunda destek için çok zaman kaybetmiyoruz ancak konu kendimiz olduğunda biraz ihmalkarız..
     Özetlemek gerekirse tükenmişliğin ne olduğu ve ne olmadığı, bu süreci besleyen etkenler ve baş etme mekanizmalarıyla ilgili konuşmak kadar bu süreçte kendi farkındalığımızı sorgulama ve o farkındalığı artırmakla ilgili harekete geçme konusu büyük bir öneme sahip. Öyle ki; biliyorsak farkındaysak korunabiliriz.
    Sevgiler

10 Ekim 2015 Cumartesi

Antalya'lı ebeveynlerle "çocuklarımıza verdiğimiz gizli mesajlar"

Antalya'lı ebeveynlerleydik bugün, çocuklarımıza fark etmeden de olsa verdiğimiz gizli mesajların ne olabiliceğiyle ilgili konuşmak, onların sağlıklı gelişimine katkıda bulunmak için.. Kuralları, tuvalet eğitimini, okula adaptasyonu konuşacağız derken barışı, kardeşliği, yıkımdan çok yaratmanın gücünü nasıl aktarırız o masum dünyalarına, olanı biteni nasıl açıklarız onu konuştuk. Katılan herkese çok teşekkürler. #inadınabarış

26 Eylül 2015 Cumartesi

Tezgahçılar'da "Siz ne söylersiniz, çocuklar ne anlar?"

25 Ekim Pazar günü ebeveynlerle Tezgahçılar'da bir araya gelip çocuklara verdiğimiz gizli mesajlarla ilgili keyifli bir söyleşi gerçekleştireceğiz..


Dolu dolu 3 saat sürecek eğitimde özetle şunları konuşacağız:
  • 0-6 yas döneminin önemi nedir? 7’den sonra artık çok mu geç?
  • Çocuklar hangi gelişimsel süreçleri nasıl yaşar?
  • Çocuklar dünyaya ve size güvenle nasıl bağlanır?
  • Çocuklara  kuralları, tuvalet eğitimini, kardeşi, okulu, cinselliği, boşanmayı hatta ölümü anlatırken fark etmeden verdiğimiz gizli mesajlar nelerdir?
  • Biz ne söyleriz, onlar ne anlar?
  • Takındığımız her “yanlış” tutumla onların anılarında travmatik hikayeler, psikolojilerinde kapanmaz yaralar mı bırakıyoruz?
  • Verdiğimiz mesajlar onların zihinsel sosyal ve duygusal gelişiminde nasıl bir rol oynuyor? Geleceğin sanatçısı, diktatörü, aşığı bizim eserlerimiz mi?
  • İyi polis anneanneler, babaanneler.. Kötü polis ebeveynler. Bu süreç nasıl yürütülmeli?

Her türlü sorunuz için 05074825817‘yi arayabilirsiniz.


İlgilenenler için: http://tezgahcilar.com/cocuklar-ne-anlar/


20 Temmuz 2015 Pazartesi

Uzm. Klinik Psikolog Melis Kısmet / Antalya'da Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim Hizmetleri


Merhabalar,
Çatı Danışmanlık Merkezi ve Avita Çalışan Destek Hizmetlerinde devam ettirdiğim psikolojik danışmanlık, psikoterapi ve eğitim çalışmalarımı haftanın 2 günü Antalya'da da sürdürüyor olacağım. Bilgi ve randevu için iletişim bilgilerimden bana ulaşabilirsiniz.
Sevgiler

7 Temmuz 2015 Salı

Havadan Nem Kaptık / Hava Durumu vs. Ben Durumu

http://www.hurriyet.com.tr/ik/29454032.asp


Temmuz ayına girmemize rağmen yaz mevsiminin tam olarak yüzünü göstermemesi, havaların bir açıp bir kapaması adaptasyon sürecimizi zorlaştırıyor. Havadaki bu değişimler hem kaygı ve yorgunluk düzeyini arttırıyor hem de pek çok hastalığa neden oluyor.

Mevsimlerin, hava durumunun insanları ruh halini olumlu ya da olumsuz şekilde etkilediği bir gerçek. Özellikle kış mevsiminde güneş ışığının azalması, puslu, yağmurlu ve kapalı havalar insanları olumsuz etkiliyor. Bu yıl bir türlü gelemeyen yaz, havaların bir açıp bir kapaması, yağmur ve rüzgar, adaptasyon sürecini etkiliyor ve bu da yorgunluğa sebep oluyor. Avita Çalışan Destek Hizmetleri’nden Uzman Klinik Psikolog Melis Kısmet, havalardaki bu dengesizliğin başımızı döndürdüğünü söylüyor: “Baş dönmesi soğuğu sevmemekten ziyade doğayı anlamlandırmaya çalışırken oluşuyor. Serini, soğuğu seven bile haziran ayının gel gitiyle baş dönmesine yakalanıyor. Stabiliteyi seviyoruz ve havadaki bu dalgalanma bize bir şeyler değişiyor mesajı veriyor sanki. Derken kaygı geliyor, dünyamız, atmosferimiz, çevremiz, geleceğimiz için endişeleniyoruz. Mevsim kayması konseptini hayatımıza aldık, ona alışmaya çalışıyoruz. Havanın bu kafa karışıklığı bizi kaygılandırıyor. Belki insanlar bu süreçte havanın değişkenliği nedeniyle belli semptomlar geliştirmiyorlar ama artan bilinçli ya da bilinçdışı endişeyle beraber genel kaygı belirtilerinde bir artış gözlemleyebiliriz.”

Kapalı havada çalışmak daha verimli
Endüstri ve örgüt psikoloğu Sibel Karamaraş ise dengesiz havaların çalışanlarda uykusuzluk, yorgunluk hissi ve enerji düşüşüne bağlı konsantrasyon sorunları oluşturabildiğine dikkat çekiyor: “Tüm bunlar da bir zaman sonra performansı ve tabii ki motivasyonu olumsuz etkileyebilir. Fakat iş yaşamına bakacak olursak, gerek sahada gerek laboratuvarda yapılan bazı araştırmalar güneşli günlerde çalışanların, kapalı, yağmurlu günlere oranla daha az verimli çalıştıklarını gösteriyor. Bunun sebebi dışarıda yapılabilecek aktivitelerin ve alternatiflerin daha az olması. Daha az olasılık daha az uyarı demek. Böyle olunca insanlar işlerine daha iyi odaklanabiliyor. Yine de açık ve güneşli havaların insan psikolojisi üzerindeki pozitif etkisi tabii ki yadsınamaz.”
Tabii havalardaki bu ani değişimler hastalıklara da davetiye çıkarıyor. Aynı günde birkaç mevsimi yaşadığımız bu günlerde, daha ince giyiniyoruz, pencere açık uyuyoruz, yaz yağmurunda ıslanmaktan korkmuyoruz, daha soğuk yiyecek ve içecek tüketiyoruz. Bu da hastalıkları beraberinde getiriyor. Bu durum kas tutulmaları, sırt ve bel ağrısı, boğaz ağrısı, baş ağrısı gibi birçok şikayetin artmasına neden oluyor.

Medical Park Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Yard. Doç. Dr. Engin Türkmen, yaşlılar, gebeler, çocuklar ve kronik hastalığı olanların ısı kontrol merkezlerinin daha çok zorlandığına dikkat çekiyor: “Bu kişiler ısı değişimine karşı daha hassaslar. Bu havalarda beslenmelerine ve giyimlerine özen göstermeliler. Sıcak ve soğuk havaya karşı kolay giyinip çıkarabilecekleri kıyafetleri tercih etmeliler. Kalp, tansiyon ve böbrek hastaların beslenmelerine daha çok dikkat etmeleri gerekiyor. Yeterli miktarda sıvı alımı ve ilaçlarını daha da düzenli almaları gerekiyor. Kronik hastaların daha sık kontrolden geçmesi gerekir. 6 ayda bir gidiyorsa yaz başı ve yaz sonunda hekime gidip kan kontrollerini, üre ve keraitini testlerini yaptırmalılar.”

Adaptasyon için doğru beslenme 
Havalar henüz yağmurun vücudumuza verdiği zararı engelleyecek kadar sıcak olmadığından yağmurda ıslanıp ardından rüzgar çarpması vücut ısısının düşmesine neden oluyor. Bağışıklık sistemi düşüyor ve enfeksiyona açık bir hale geliyor. Nezle virüsleri bu havaları seviyor. Vücut ısısı düşük, bağışıklık sistemi zayıfsa ve yeterli savunma mekanizması devreye giremiyorsa, solunum yolu enfeksiyonları, sinüzit, bronşit, zatürre ve ishal gibi şikayetler sık yaşanıyor.

Bu hastalıklardan korunmanın yolunun da adaptasyonu daha iyi sağlamaya yönelik çalışmalar yapmak olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Türkmen, kahvaltı yapmanın önemine dikkat çekiyor: “Enerjiye ihtiyacımız var ise ilk olarak güçlü bir kahvaltı yapacağız ve bu kahvaltının içerisinde bal, peynir, zeytin, karbonhidrat olacak. Tüm bunlar günlük aktiviteler için gerekli ısıyı, enerjiyi almak ile birlikte vücudumuzun ısı kontrol merkezinin rahat çalışabilmesi için gerekli. Bunun yanında bol sıvı almamız lazım. Günde en az 2 litre sıvı tüketmemiz lazım. Bir buçuk, iki litre su olabilir. Maden suyu olabilir. Tuzlu ayran olabilir. Havalar sıcaksa terle birlikte sodyum potasyum kaybı olduğu için muhakkak maden suyu ve tuzlu ayran öneriyoruz. Bunu aldığınız zaman hem sıvıyı alıyorsunuz hem de elektrolitleri alıyorsunuz. Dolayısıyla kramplardan kurtulmuş olursunuz; eğer terleme ile birlikte sodyum potasyum, magnezyum kaybı olursa bu sefer bacak krampları olur. Sonrasında yorgunluklar olur. Bu nedenle kahvaltımıza dikkat etmeliyiz. Yeterince sıvı almalıyız. Ayrıca meteoroloji bilgilerini iyi dinleyip ona göre giyinmeliyiz, şemsiyemizi yanımızda bulundurmalıyız.”

Açık havada yürüyüş yapın
Acıbadem Fulya Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Hacer Baltaoğlu, ani ısı değişikliklerine karşı şu önerilerde bulunuyor:
- Ani ısı değişikliklerine karşı daha dayanıklı olmak için her gün açık havada 30-60 dakika süreyle yürüyüş yapılmalı.
- Mümkünse her gün duş alarak, masaj gibi şeylerle dolaşım hızlandırabilir.
- Uykuya dikkat edilmeli, en az 6-8 saat uyunmalı.
- Bağışıklık sistemini güçlendirmek için bol miktarda taze sebze ve meyve yiyerek vitamin alınmalı. Günde 2 litreden az olmamak kaydıyla su içilmeli: Çok terlediğiniz anlarda mineralli su, tuzlu ayran, cacık ve yoğurt tüketilmeli.
- Enfeksiyonlardan korunmak için elleri çok sık yıkamalı, öpüşmekten ve tokalaşmaktan kaçınılmalı.

Hava durumundaki ani değişikliklere bağlı gelişen rahatsızlıklar ofis çalışanlarını da aynı şekilde etkiliyor, çalışanların hastalanması iş gücü ve verimi düşürüyor. Dr. Hacer Baltaoğlu, ek olarak yüksek sıcaklık ve nemden dolayı oluşan ısı stresi, fiziksel aktivite ve konsantrasyon yeteneğinde azalmaya yol açarak bireylerin daha fazla hata yapmalarına neden olduğunu söylüyor: “Özellikle temmuz-ağustos ve eylül aylarında çok daha fazla görülen akut bağırsak enfeksiyonları, yumurta, tavuk ve et kaynaklı besin zehirlemeleri ofis çalışanları arasında ortak kullanılan tuvaletler, kırtasiye malzemeleri gibi materyaller, toplu yemekler bulaşmaya yol açarak çalışanların büyük bir kısmını etkiliyor. Yine iyi klimatize edilmeyen ve havalandırılamayan ofislerde solunum yolu hastalıkları çalışanları doğrudan etkileyerek iş gücü ve verimini düşürüyor. Klimaya doğrudan maruz kalınması sonucu boyun ve sırt tutulması, baş ağrısı, yüz felci gelişebiliyor. Ayrıca halsizlik, yorgunluk, migren atağı, astım krizi, kronik tıkayıcı akciğer hastalığı olanlarda akut alevlenme, boğaz, kulak ve sinüs enfeksiyonları, hatta doğrudan klimalardan yayılan bir bakteriyle  gelişen Lejyoner hastalığı yani zatürre klimaların yanlış kullanımı nedeniyle oluşan hastalıklar arasında yer alıyor.”

11.00-16.00 arası dışarı çıkmayın
Önümüzdeki günlerde havaların çok sıcak olması bekleniyor. Uzmanlar çok sıcaklarda gerekmedikçe dışarıya çıkılmaması konusunda uyarıyor:
- Sıcak hava dalgasında özellikle yaşlılar ve kronik hastalıkları olanlarda ölüm oranları artıyor. Güneş çarpması da ölüme neden olabiliyor. Cilt kanserleri ve güneşe bağlı yanıklar artıyor.
- Bol sıvı tüketin ve sık duş alarak serinlemeye çalışın.
- Zararlı güneş ışınlarına maruz kalmamak için 11:00’den önce veya 16:00 dan sonra yürüyüşü tercih edin.
- Hava sıcaklığına uygun giyinin: Çok sıcaklarda açık renk, hafif, terletmeyen pamuklu ya da keten giysiler, geniş kenarlı şapkalar ya da şemsiye kullanın.

Sıcaklıklar artacak
Bu yaz diğer yıllardan biraz farklı geçiyor. Havalar bir açıyor, bir kapıyor, temmuz ayına girmemize rağmen sıcaklıklar mevsim normallerinin altında seyrediyor. Meteroloji mühendisi Hüseyin Öztel’e hava durumunu sorduk. Öztel, “İstanbul için Haziran ayında hava sıcaklığının mevsim ortalamaları 26 derece civarında. Bu yıl ise İstanbul 25 derecenin üzerine sadece birkaç gün çıktı. Çoğunlukla 24-23 dereceydi, hatta bazı poyrazlı günler gün içi sıcaklıkları 19 dereceye kadar indi. Doğal bir klima gibi çalışan poyraz rüzgarı hâlâ hakim rüzgar olarak bölgede esiyor” diyor.

Temmuz’un ilk haftası yine serin hava girişi olacağını söyleyen Öztel, sıcaklıkların artacağını ama aşırı sıcak bir temmuz beklemediklerini, Ağustos ayının ise bugünlere göre 5-8 derece sıcak olmasını beklediklerini söylüyor.

16 Haziran 2015 Salı

KIYAMAYANLAR

Yas tutmak, kayıp ve yas süreci.. İnternette bu konuda kaynak çok fazla; kayıp nedir, yas süreci nasıl bir süreçtir, nasıl tepkiler verilir gibi gibi gibi.. Yasın nasıl tutulması gerektiğiyle ilgili kaynaklar bu kadar çokken benim asıl değinmek istediğim yasın tutulması gerekliliği, tutulamazlığı, tutturmayanlar, kıyamayanlar.. 

Kayıp yaşamış birinin yakını olmak çok zordur. Hasta yakını olmak gibi. Hasta değilsin ama kapsanmak desteklenmek için sana ihtiyaç var. Yas tutan kişinin de omuza, ordakinin varlığına ihtiyacı var ama zordur ordaki olmak. omuz olmak..

Bizim toplumumuz ne de korkar yastan. "Aman ağlama bak o seni görüyor, üzülür" deriz. Neden ağlamasın ki oysa ağlasın, tutsun yasını, yas tutulursa tamamlanır. "Üzülme" deriz oysa üzülsün; üzüntü kötü değildir ki neden korkarız bu kadar yakınımızdaki biri üzüldüğünde, kaybettiğinde, kızdığında?

"Sakinleştirici verelim bu böyle olmaz" deriz oysa o kişi o an ne kadar kıymetli bir kaybın ne kadar kıymetli acısını çekiyordur, neden alırız ki bunu elinden? Anılar konuşulur, ölüm konuşulur, "sus bak konuşma beni de üzüyorsun" deriz konuyu kapamaya, açılmaması için elimizden geleni yapmaya çalışarak. Oysa zihninde yaşatmaya, o yası tutmaya, konuşmaya, ölümle hesaplaşmaya ihtiyaç vardır; neden engelleriz ki?

Neden korkarız acaba bu kadar? Sürecin bizim derin mezarlarımızı, diplere gömdüklerimizi kazıp çıkarmasından mı?